2020 yılında dünya, Büyük Buhran’dan beri en büyük ekonomik yavaşlamayı yaşadı. Buna karşın küreselleşmenin ileriye dönük olarak katlanarak güçlenmesi bekleniyor. Verime ve uzun vadeli değere gösterilen aşırı talep, tüketim odaklı ekonomilere dönüşen gelişmekte olan pazarlara daha fazla yatırımın yönlendirilmesine sebep olacak. Ticaret savaşlarının fitilinin yeniden ateşlenmesi, tedarik zincirlerini daha dirençli hale getirmek için şirketleri üretimlerini dünyaya yaymaya itecek. Kâr marjlarını genişletme isteği operasyonların daha düşük maliyetli ülkelere taşınmasına sebep olacak. Bu trendler şirketleri gelişmekte olan ekonomilere yatırım yapmaya itiyor.

Ancak bu o kadar da kolay değil. Bu eğilimi gösteren şirketlerin karşısına gelişmekte olan ülkelere özgü bir sorun çıkıyor. Bu bölgelerde ticaret genellikle hukukun üstünlüğüyle değil, daha ziyade, kuralların üstünlüğüyle (yani iktidardaki odağın belirlediği kurallarla) yönetiliyor. Bu da demek oluyor ki siyasi elitler özel şirketlerin kaderini, kanun ve yönetmelikleri belirleyerek siyasi kontrol uygulayan ve bu kanun ve yönetmelikleri seçerek icra eden, kendi atadıkları bürokratlar vasıtasıyla tayin ediyor. Bu ortamda kimi şirketlerin mahkemelerce lehte muamele görmesi o şirketlerin mevcut siyasi patronların gözündeki konumuna bağlı oluyor. Batı’nın standartlarına göre değerlendirecek olursak bu yaklaşım siyasi yolsuzlukla eşdeğerdir.

Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda aile, kimlik ve yerellik üzerine kurulu nepotizm kültürü (iltimas) kuralı, demokratik ulus kavramından yüzyıllar farkıyla eskidir. ABD ve AB’deki iş anlaşmaları mahkemeler de dâhil olmak üzere oldukça gelişmiş demokratik kurumlarca korunduğu için şirketlerin işlerini sağlıklı biçimde yürütebilmesi açısından kişisel ilişkilere bağımlı kalınması gerekmemektedir. Yine de bu demokratik kurumlar bile bazen bir gruba diğerine göre avantaj sağlamaya çalışan “kabilesel” güçlerin işgaline maruz kalabiliyor.

Hiçbir avukatlık veya sigorta hizmet seviyesi bir yabancı şirketi güvenilir bir yasal sistemin olmadığı bir ortamda bilinmeyen olası zararlardan koruyamaz. Standart risk hafifletme önlemleri her zaman yeterli olmuyor. Şirketler, iş çıkarlarının kaderi üzerinde daha fazla kontrole sahip olabilmek adına riskleri en aza indirmek için alternatif çözümler tasarlayabilir. Buna “hukukun üstünlüğü dışında avantaj oluşturma” diyoruz.

Bu bağlamda avantaj oluşturma (koz kullanma) iki kategoriye ayrılır: Sert ve yumuşak avantaj oluşturma. “Sert avantaj oluşturma” bir yönetici merciin ceza verme ya da çözüm bulma gücüne denir. Meşru hükümetler hukukun üstünlüğünü uygularken sert koza başvururlar. Suç örgütleri de kendi sert kozlarını şiddet, şantaj ve rüşvet yoluyla uygular ve uygulatır. “Yumuşak avantaj oluşturma” ise, yetkililer ve topluluk liderleri de dâhil olmak üzere yerel aktörlere maddi değere sahip çıkarlar vaad etmeden onları kendi tarafına çekmek ve böylece kendi kuruluşlarının ilerlemesine destek olmalarını sağlamak üzere uygulanan diğer tüm avantaj oluşturma yöntemlerini kapsar. Bu tanımlamaya göre yumuşak koz kullanma, yurtdışı yolsuzlukla ilgili mevcut uygulamaların koşullarına uyuyor.

Zayıf yetki bölgelerindeki yabancı yatırımcılar yerel yumuşak avantaj oluşturma stratejileri geliştirerek riski daha iyi hafifletebilir, böylece yasal kurumların sert avantaj oluşturma sistemine tamamen güvenmektense teşkilatlarının geleceğini kontrolleri altına alabilirler. Yumuşak avantaj oluşturmanın dört türü (ya da dört seviyesi de diyebiliriz) aşağıda ele alınmıştır.

 

Avantaj 1: Evsahibi topluluklara uzun vadeli getiriler

Doğrudan yabancı yatırım (DYY / FDI) teşvikleri konusunda müzakere etmekle görevlendirilmiş olan yöneticiler, şirketlerinin gelecekteki yatırım ülkesine ne kadar da çekici geldiğini iyi bilirler. Yerel topluluğa ticari istihdam, tedarik anlaşmaları ve teknik bilgi transferi gibi getiriler sunarak esasında yumuşak koz oluşturmakta ve uygulamaktadırlar.

Bir yatırım gerçekleştirildiğinde şirketin batık masrafları oluşur. Güvenilir ve sağlam bir hukuk üstünlüğü sistemi olmadan avantaj oluşturma dengesi, şirketin filli vasileri haline gelen yerel ortaklar ve yetkililere doğru kayar. Şirketler herhangi bir zorlukla karşı karşıya kalıp da o güne kadar güvendikleri yargısal ve diğer düzenleyici mekanizmaların sert avantajının buharlaşmasına tanık olana kadar gerçekte o bölgede ne kadar da savunmasız olduklarının farkına varamaz.

Yabancı şirketler, hâlihazırda yumuşak avantaj oluşturmaya yatırım yapmadıkları sürece hasmane bir bürokrasi tarafından dayatılan öngörülemez engellerle başa çıkmak için gereken donanıma sahip olamayabilir. Yerel hükümet, firmanın pazara ilk girişi sırasında destekleyici davranabilir, ancak zaman içerisinde daha farklı, daha az uyumlu bir hükümet de ortaya çıkabilir.

Yerel ölçekte yumuşak avantaj oluşturma, bir topluluğun refahı ile firmanın uzun vadeli başarısını evlendirmek demektir. Bu, bir şirketin yükselişini (daha fazla yatırım, yerel istihdam ve anlaşmalar) bariz biçimde yerel başarı şartına bağımlı kılmayı da kapsayabilir. Bir şirket aynı zamanda eğitim, çevre ve sayısız başka Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS / CSR) girişimiyle bir topluluğun sosyal sürdürülebilirliğine yatırım yaparak da yumuşak avantaj oluşturabilir.

Bu tarz KSS’ler, yerel toplulukla ortak bir gelecek oluşturma amacıyla gerçekleştirilmelidir ve bunu yaparken de şirketin sosyal ve çevresel etkinliklerini iş hedefleriyle uyumlamak gerekir. Böylece KSS etkinlikleri riskleri hafifletir, itibarı yükseltir ve olumlu sonuçlar alınmasına katkıda bulunur.

Bir örneği ele alalım. Azerbaycan merkezli NEQSOL Holding, 2019’da bir internet hizmet sağlayıcısı olan Caucasus Online’a gerçekleştirdiği yatırımın 2020 yılında Gürcistan tarafından engellenmesi ve el konulmasıyla karşı karşıya kaldı. İnternet iletişimi de dâhil olmak üzere stratejik varlıkların yabancı sahipliği, onların var olmasına izin veren liderlerin de birtakım siyasi bedeller ödemesine sebep olabiliyor. Bu örnekte NEQSOL daha en başından ters bir akıntıya karşı yüzüyordu. Hükümet yetkilileriyle anlaşmazlığa düştüklerinde el koymayı engelleyebilecek hiçbir yumuşak avantaj dayanağı yoktu. NEQSOL Gürcistan’ın yerel topluluklarına KSS aracılığıyla gereken miktarda yatırımı yapmamıştı ve yerel işgücü için de hatırı sayılır miktarda istihdam fırsatları yaratmamıştı. Sonuç olarak da Gürcistan’daki siyasi iktidar bu faaliyet için kendileri tarafından gererkli onayların verilmediğini ifade etti. Buna cevaben NEQSOL, faaliyetinin haksız yere hedef gösterildiğini dile getirdi. Kararın etrafındaki öznellik ortamı NEQSOL’un hükümetin sert koz kullanımına tamamen güvendiğini ve ters yönde bir yargıya karşı da hazırlıksız yakalandığını bizlere göstermektedir.


Avantaj 2: İşbirlikçi olarak kamuoyu

Otoriter rejimlerde bile liderler ulusal kamuoyunu kendi taraflarında tutmak ister. Yerel şahsiyetler bir şirketin başarısının kendi yan çıkarlarına da hizmet ettiğine kanaat getirdiklerinde o şirketin yumuşak avantaj oluşturduğunu söyleyebiliriz. Yerel topluluklar, kendilerinin desteklediği bir şirketi koruma konusunda karar alıcıları zorladığında haksız muameleye karşı da savunma antikorlarına dönüşür. Bunun yapmalarının sebebi, ya o şirketin topluluklarına faydalı olduğunu düşündükleri için, ya da bazen sadece ideolojik sebeplerdendir (örneğin halk, kendilerinin de hoşlanmadığı ve yolsuzluk yaptığını düşündükleri bir yerel rejimin sözkonusu şirkete haksızca saldırdığını düşünüyor olabilirler).

Uluslararası kamuoyu da çok önemlidir. Her şeyden önce DYY akışları, ekonomik büyümeyi sağlamak için birçok gelişmekte olan pazarda liderliğin önceliklendirdiği en önemli dış mali kaynak olmaya devam ediyor. Liderler biliyor ki başarılı bir yabancı yatırım geçmişi, gelecekteki girişimler için de yol gösterici görevi görür ve yatırımcıları mutlu etme çabaları, resmi yetkililerin kendi konumlarını uluslararası şirketlere avantaj olarak kullandırarak devlet mekanizmasından bağımsız davranmalarına sebep olabiliyor.

Uluslararası kamuoyunu mutlu tutmanın ekonomiye doğrudan (DYY) etkilerinin yanı sıra, global bilginin anlık ve yaygın akışı da gelişmekte olan bir ülkenin uluslararası sahnede diğer konulardaki görünümünü şekillendirebilir ― mesela turizm ve güvenlik ― ve böylece o ülke üzerinde hâlâ söz sahibi olan Batı hükümetlerinin ve sivil toplum örgütlerinin nazarında bu ülke pozisyonunu belli etmiş olur.

Olumlu bir kamuoyu, ciddi bir itibar yönetim stratejisi gerektirir. Bunu başarmanın yolu, şirketin yerel topluma olan değer faydaları hakkında bir söylem oluşturmaktan geçebileceği gibi, mağdur bir şirketin otoriteler tarafından maruz bırakıldığı haksız ve taraflı muameleye karşı olan haklı duruşuna ışık tutmakla da olabilir. Sosyal medya yerel topluluklara ulaşmak için ideal platformlar sunuyor, çünkü bunların sansürlenme ihtimali daha düşük.

Avantaj 3: Rejim liderleriyle olumlu ilişkiler

Kuvvetler ayrılığının demokratik toplumlardaki gibi işlemediği bazı ülkelerde iktidardaki elitlerle zıtlaşmak herhangi bir şirketi hızlı biçimde çalışamaz hale getirebilir. Google Çin’e girmeden önce Çin Komünist Parti’sinin rejimin muhafazasına atfettiği değeri iyi hesaplayamadı. Arama motorunun ülkenin bilgi ekonomisine getirdiği değer, hükümetle aralarında geçen sansürle ilgili bir çatışmanın gölgesinde kaldı. Google’un önünde iki seçenek belirdi: İfade özgürlüğü ilkelerine sadık kalmak veya pazardan çekilmek. Google ikinci yolu seçti.

Başarılı STK’lar ve şirketler, teşkilatlarına onların ifadesiyle bir “üst koruma kalkanı” sağlayabilecek kilit konumdaki bireylerle ilişkiler geliştirilmesine yatırım yapmanın faydalı olduğunu gözlemlemiştir. Her ne kadar birçok firma için yerel rejimle uyum içerisinde hareket etmek tercih edilen yöntem olsa da, bunu yasal çerçeve içinde yapmanın yollarını bulmak için epey zorlanırlar. Eğer yeterince hazırlıklı olmayan yerel yöneticiler yerel resmi yetkililerin desteğini sağlamak için kendilerini rüşvet verme baskısı altında bulurlarsa, temsil ettikleri kuruluşu yabancı yolsuzluk uygulamaları ihlallerine ve hatta son derece ağır cezalara maruz bırakma riski taşırlar.

Liderler perspektifinden avantaj oluşturmayı anlamak, kabileciliğin nasıl çalıştığının bilinmesini gerektirir. Rejim liderliği, onu destekleyen ve ondan fayda elde eden bir topluluk tarafından arka çıkılır. Topluluk şirketlerden, örgütlerden ve hükümet yetkililerinden oluşan ara bağlantılı bir ağdır. Gerek siyasi gerek etnik sadakatle birbirine bağlı olsun, bir arı kovanı gibi hareket eden hükümetteki ve devlet mekanizması içindeki kilit noktalara kendi kadrolarını yerleştirerek devletin kontrolüne el koyar. Yani kısacası burada rejimler, kabilelerdir.

Kontrol için yarışan rakip topluluklara bölünmüş olan bir ülkede bir rejimin devrilmesi söz konusu olduğunda para ve etkiden çok daha fazlası tehlikeye girer. Kabilesel toplumlarda zafer elde eden aktörlerin, yüksek mertebelerde görev almış bir önceki yetkililer de dâhil olmak üzere rakiplerine karşı felç edici önlemler alması karşılaşılan bir durumdur. Dolayısıyla, aktörleri iktidara getirebilecek ve onları oradan indirebilecek kudrete sahip kabilesel güçlerle işbirliği içerisinde olmak avantaj oluşturur.

Kabile zihniyetli bir lider bir yabancı yatırımı değerlendirirken onun kendi topluluğuna ne kadar fayda sağlayacağına bakar. Bürokrasinin “sert avantaj oluşturma”sı da buna bağlı olarak uygulanır. İktidar için verilen kabileler arası bir yarışmada yabancı yatırımcılar ikincil zarar haline gelebilir. İyi niyetli bir yabancı yatırımcı, yatırımının tüm ülkeye istihdam ve teknoloji transferi getirerek herkese faydalı olduğuna inanabilir. Buna karşın rejim liderleri bu ticari faydaların yerel rakiplerini güçlendirdiğine kanaat getirebilir. Bir fabrikanın nerede kurulacağı, yerel ortak olarak kimin seçileceği ve yüksek yönetimde kimlerin görevlendirileceği, hangi toplulukların KSS’tan faydalanacağına dair hesaplamaların hepsi, şirket üzerinde düzenleyici yetkisi bulunan iktidardaki rejimin hassasiyetleri dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. Bu faydaları siyasi elitlerle zıtlaşan topluluklara yöneltmek iyi niyetli aksiyonları zarara dönüştürebilir.

Örnek olarak modern tarihin parasal anlamda en büyük “yatırımlarından” birini ele alalım: Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’ı istikrara kavuşturma gayreti. Saddam Hüseyin Irak’ı kabilesel liderlerle yönetiyordu. ABD hükümeti, Batı tarzında bir demokrasi yerleştirmeye çalışarak mevcut kabilesel dengeyi alaşağı etti. Saddam’ın otokratik rejiminin aniden ortadan kaldırılması ve bunun yerine demokratik bir devletin getirilmesi gerek uluslararası ölçekte gerekse ABD’de büyük eleştiriye sebep olmuştur. Bu girişim başarılı olamadı çünkü iktidarı, ülkenin gerçek iktidar aracıları olan ve derinden kökleşmiş yerel kurallara göre uzun zamandır yönetimde olan kabilesel liderlerin elinden aldı. ABD müdahalesini takip eden beş yıl boyunca ülkede şiddet hâkim oldu ve en sonunda da General Petraeus’un stratejik manevrası sayesinde ancak bastırılabildi. Bu stratejiye göre, Irak’ın güçlü kabile liderleri Amerika’nın orada yürüttüğü politikalarından menfaat sağlayabilecekti.

Potansiyel sorun yaratıcıları paydaşa dönüştürmek avantaj oluşturmanın kilit bir boyutudur. İktidardaki elitlerle bağı olan yerel topluluklara yardım etmek halk tabanlı desteğin geliştirilmesini sağlar, yasal riskleri azaltır ve kurumun desteklerine siyasi bir boyut eklemesini sağlar.

Şirketler bu tarz teşviklerin Yurtdışı Yolsuzluk Faaliyetleri Yasasının (Foreign Corrupt Practices Act) düzenlemelerine eksiksiz olarak uyduğuna dikkat etmelidir. Yabancı bir bölgede herhangi bir teklif veya işlem gerçekleştirmeden önce bir avukata danışılması tavsiye edilir.


Avantaj Oluşturma 4: Bir silah olarak istihbarat

Sözleşmelerin anında yasa vasıtasıyla uygulatılabilir olmadığı ortamlarda, bu belgeler yerel yetkililer ve iş ortaklarıyla yürütülen uzun müzakerelerin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Aşırı ve öngörülemez değişim riskinin her an mevcut bulunması gelişmekte olan pazarlarda iş yapmayı daha da karmaşıklaştırır. Yeni düzenlemeler, mali istikrarsızlık ve siyasi çalkantılar yabancı yatırımcının oradaki mevkidaşları tarafından ilk başta dengeli olarak görülen anlaşmanın zamanla değiştirilmesine sebep olabilir. Müzakere masasına yeniden oturulacağını öngören şirketler, yerel mevkidaşlarının ve muhataplarının hangi kâr ve / veya zararları kendi lehlerine kullanabileceklerini veya kullanma ihtimallerinin olduğunu anlayarak müzakeredeki konumlarını güçlendirebilir.

Avantaj oluşturma, yabancı bir yetki bölgesinde gerçekleştirilmiş bir yatırım üzerindeki kontrolün yönetimini sürdürürken de önemlidir. Muhasebesel ve defter tutma hareketleri üzerinde bir çift sadık gözün bulunması, yabancı ortakları şirketle ilgili olası dolandırıcılık, zimmete geçirme veya diğer yasadışı ya da istenmeyen faaliyetlere karşı uyarabilir.


Sonuç

Kabilecilik sadece gelişmekte olan ülkelerde değil, dünyanın her yerinde serpilmekte. İnsanlar birbirlerine kenetlenerek siyasi etki veya ticari kazanç için yarıştıklarında kabilesel şekilde hareket ederler. Ne var ki olgun demokrasilerde bu tarz kabilelerin haksız bir avantaj elde etmesi gerçek hukuk üstünlüğünce ve tarafsız kamu kurumlarınca dengelenir. Ticari çıkarların sistematik ve etkili biçimde mahkemelerce uygulatılan sözleşmeye dayalı anlaşmalar tarafından korunduğu bölgelerde, şirket sahiplerinin hukukun üstünlüğü dışında avantaj oluşturma ihtiyaçları çok düşüktür.

Kabilelerin devletin gücüne el koyup bunu suiistimal edebildiği ortamlarda yasal sistem güvenilmez hale gelir ve şirketler de çıkarlarını koruyabilmek adına başka yöntemler bulmak zorunda kalırlar. Bu tarz koşullarda siyasi ve finansal riskleri azaltmanın basmakalıp bir çözümü yoktur. Strateji belirlerken er ya da geç her ülkenin kültürel ve siyasi dinamiklerini göz önünde bulundurmak gerekir.

Mahkemeler, “sert avantaj uygulama” dediğimiz şeyin araçlarından biridir. Yukarıda ayrıntılı biçimde ifade edildiği üzere, şirketler ilave “yumuşak avantaj oluşturma” yöntemleri arayarak yabancı bölgelerde yatırımlarını daha iyi korumak için farklı araçlar geliştirebilir.

*Allen Collinsworth Fara Grup’un Başkanıdır. Fara Grup tarafından sunulan hizmetler Amerika Birleşik Devletleri yasaları ile şirketin proje bazlı olarak faaliyet gösterdiği diğer yabancı ülkelerin yerel yasalarıyla tam uyum içerisindedir. Fara Grup hiçbir yasadışı faaliyetin kolaylaştırıcısı olmayacaktır.